Tecrit Günlerinde Felsefe: Zoon Politikon’dan Zoom Politikon’a Geçiş
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin 150. kuruluş yıl dönümü kapsamında düzenlenen Dârülfünûn Derslerinin 18’incisi “Tecrit Günlerinde Felsefe: Kendine Soru Olmayan Hayat Mümkün mü?” başlığıyla düzenlendi.
Moderatörlüğünü İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden Arş. Gör. Arda Telli’nin üstlendiği programda; İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyeleri Prof. Dr. Cengiz Çakmak ve Doç. Dr. Murat Ertan Kardeş ile İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Emre Ateş yer aldı.
Korona Çağı Kendi Kavramlarını Üretti
Programın açılışında ilk olarak Arş. Gör. Arda Telli söz aldı. Pandemi sürecini felsefe açısından ele almaya çalışacaklarını belirten Arş. Gör. Telli, “korona çağı” olarak adlandırılan zamansallığın kendi kavramlarını da ürettiğini söyledi. Bunlardan birinin “zoon politikon”dan “zoom politikon”a geçildiği fikri olduğunu kaydeden Arş. Gör. Telli, bu geçişin kurumsallık, politik öznellik, dijitalleşme gibi konuları da daha derinlemesine gündeme getirdiğini aktararak, “Biyopolitika, gözetim teknolojileri, ev, ev içi emek, yalnızlık, kaygı, ekolojik sorunlar, insan-doğa ilişkisi, canlılık gibi pek çok konu filozoflar ve entelektüeller tarafından ele alındı. Süreç henüz bitmediği gibi tartışmaları da uzun yıllar sürecek gibi. Genel olarak baktığımızda kendisinden sonraki düşünme tarzlarını etkileyecek, kurucu bir andan geçiyor olabiliriz” dedi.
Aktif Yaşamdan Görüntülere…
Arş. Gör. Telli’nin ifadelerini tamamlamasının ardından Prof. Dr. Cengiz Çakmak söz aldı. “Hakikat ve Dönüşme, Kozmostan Kaosa Kıyamet” başlıklı konuşmasını gerçekleştiren Prof. Dr. Çakmak, “Her ne kadar zoon politikon’dan zoom politikon’a geçmiş olsak da yine de bunlar, bizim insanlarla görüntülü dahi olsa konuşmamızı sağlıyor. Aslına bakılırsa biz aktif yaşamdan görüntülere geçtik” şeklinde konuştu.
“Karanlıkta Sürüklenen Gölgeler Gibiyiz”
Yaşanan süreçte insanların kendi kendini sürükleyen; karanlıkta, nemli bir ortamda sürüklenen gölgeler gibi olduğunu belirten Prof. Dr. Çakmak, yaşanan pandemik korkuların; COVID-19’un yanı sıra bunun arkasında yatanların, insanı zoon politikon olmaktan çıkardığını ve canlılığa indirgediğini vurguladı. “Biz sadece canlılığımızı düşünüyoruz” diye konuşan Prof. Dr. Çakmak, dersin başlığındaki “Kendine soru olmayan bir hayat mümkün mü?” gibi soruları, yaşanan neoliberal düşünce ve onun ideolojisi bağlamında, insanlar yerine bilimci, etikçi, tıpçı olarak tanımlanan ve teknik açıdan her şeyi kâr ve zarar hesabıyla çözen kişilerin sorduğunu aktardı.
Neoliberal ekonomi politikalarının insanlara tek gerçeklikmiş gibi sunulmasını eleştiren Prof. Dr. Çakmak, neoliberalizmin kendi alternatifini sunmadığını; ideoloji ve politik çevreyi var olduğu hale getiren zihniyetin ta kendisi olduğunu dile getirdi ve “Neoliberal ideolojinin yarattığı sorunları neoliberal ideolojinin kavramsal dokusuyla çözemeyiz” dedi.
“İnsanlar Yürüyen Cesetlere İndirgendi”
Eleştirinin hakikati açığa çıkarmak olduğunu belirten Prof. Dr. Çakmak, insanların politikondan zoo’ya, sadece yürüyen cesetlere indirgendiği bir dünyada, bu indirgemelerin yaklaşık 50 yıldan beri süregeldiğini kaydederek şöyle konuştu: “COVID-19 bu noktada büyük bir değişiklik yapmadı. COVID-19 bu değişiklikleri sadece hızlandırdı. Bu değişikliklerden bir tanesi şudur ki; hakikat fikri olmadığı zaman insanlarda eleştiri, arama ve soru olmaz. Onun yerine yorumlar ve görüntü hayatı gelir. İnsan önce bedene indirgendi. Zoon politikon ya da inanan insanın, dünyaya farklı açılardan bakan insanın, mana yönü gitti; insan sadece bedene indirgendi ki bu uzun bir süreç. Bedene indirgemenin yanı sıra; artık beden görünüşe, görünüş de görüntüye indirgendi. Böyle bir dünyada yaşıyoruz. Yaşadığımız sorunların arkasında manayı, hayatı, politik olanı, geri plana iten, teknikleştiren; her şeyi ekonomik kâr ve zarar açısından ele alan bir sürecin içinde kaldık.”
“Öğüt Verici ve Kehanetçi Yaklaşımlar Felsefenin Görevi Değildir”
Prof. Dr. Çakmak’ın ifadelerinin ardından Doç. Dr. Murat Ertan Kardeş konuşmasını gerçekleştirdi. Tecritte okumalar ve soyutlanmış dünyalar üzerine değerlendirmeler yapacağını kaydeden Doç. Dr. Kardeş, konuşmasının ana perspektifini politik felsefe bağlamındaki sorunların oluşturacağını belirtti. Felsefenin görevlerini ele alan Doç. Dr. Kardeş, öğüt verici yaklaşımların ve kehanetçi yaklaşımların, bu görevler arasında bulunamayacak iki unsur olduğunun altını çizdi. Felsefe açısından daha basit ve temel sorular olduğuna değinen Doç. Dr. Kardeş, “Olan nedir, olmakta olan nedir? Ya da tersinden bakacak olursak; gelecekten bilgi vermeye cüret eden bir zihniyetten, en azından olan hakkında da bilgi vermesi beklenebilir. Olanı anlamaya girişmeden, buyuran bir yaklaşım neyi kavrayabilir diye sormak lazım” şeklinde konuştu.
“Hem Daha Fazla Hızlanmak İstiyoruz Hem de Bu Hıza Yetişemiyoruz”
Tecritte kalınan günlerde, sayısal; yani dijital unsurların ağırlığını giderek daha fazla hissettirdiğini söyleyen Doç. Dr. Kardeş ifadelerini şöyle sürdürdü: “Tecritte dijital hız katlanarak sürmekte. Ve biz de bu hızla birlikte, her şeyin dijital anlamda daha fazla hızlanmasını talep etmekteyiz. Bir yandan da bu hıza yetişemiyoruz. Sorun şu ki; durmayı da bilmemekteyiz. Oysa felsefeden bu hıza uyumlanmasını beklemek hem meşru değildir hem de bu, felsefenin görevleri arasında değildir. Felsefe hız karşısında aksak ilerleyen bir yapıya sahiptir. Hızın gündelik yaşamda ivmesinin artması, üstüne üstlük tecritte kapalı olduğumuz, durduğumuz bu yerde hızın artması, felsefenin bu hıza erişmesi zorunluluğunu doğurmaz. Felsefe, etkinlik tarzı gereği aksaktır. Aynı zamanda felsefenin dili kekemedir. Felsefe durarak, aksayarak konuşmayı ve düşünmeyi deneyen bir yapıya sahiptir.”
“Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak” Söylemi Ne İfade Ediyor?
Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı söyleminin bir yandan can sıkıcı bir söylem olduğunu, bir yandan da bu söylemin içinde birbiriyle zıt görünen ama tahakküm mekanizmaları anlamında birbirini destekleyen bir dünya düzeninin ortaya koyulduğunu belirten Doç. Dr. Kardeş, “Bunlardan birisi kaderci tutumdur. Kaderci tutum ‘ne olursa olur, her şeye izin vardır’ yaklaşımı içinde belirli bir kaygısızlık üretmektedir. İkincisi ise güvenlik talebinin yoğunlaşmasıdır. Aşırı atomize birey yaşamda kalma adına her türlü güvenleştirme talebini gündelik yaşama sokma niyetindedir. Kadercilik ve güvenlikçiliğin açmazlarının irdelenmesi gerekmektedir” dedi.
Teknolojik ve Ekonomik İlerleme Doğanın Önüne Geçerse…
Doç. Dr. Kardeş’in konuşmasını tamamlamasından sonra Doç. Dr. Ahmet Emre Ateş söz aldı. “Tecritte Maskeler ve Dijitalleşmenin Sıradanlığı” başlıklı konuşmasını gerçekleştiren Doç. Dr. Ateş, insanlığın tarih boyunca birçok salgınla karşı karşıya kaldığını ve bu salgınların nedeninin; mikropların uygarlıklardaki büyük çalkantılara gösterdikleri tepkiler olduğunu vurguladı. Uygarlık tarihi boyunca bazı savaşların sonuçlarının, taraflardan hangisinin hastalık karşısında daha dirençli olduğuna bağlı olarak değiştiğini kaydeden Doç. Dr. Ateş şu değerlendirmelerde bulundu: “Yaşananların ardından teknolojik ve ekonomik ilerlemenin doğanın önüne geçmemesi gerektiği bilincine varılmış mıdır? Bu sorulara yanıtlar bulabiliyoruz ama çözüm üretemiyoruz. Pandemi döneminde yaşananlar sonrasında küresel düzenin nasıl şekilleneceği henüz belli değil. Fakat piyasalarla devletler arasındaki ilişkinin devletlerin lehine şekilleneceği, ulus devletlerin küreselleşme karşısında güçleneceği de tartışılmaz. Şayet aklıselim bir model uygulanmazsa, ulus devletlerin yenilenecek alt yapılarının içe dönük ekonomik modeller oluşturacağı ve bu bağlamda ticari savaşların artma riskinin daha da fazlalaşacağı gözlemlenebilir.”
Salgın Bittiğinde Toplumsal Maskelerimizden de Kurtulabilecek miyiz?
İnsanlığın, iletişim araçlarının bireysel anlamda kontrol edilemediği bir ortama geçtiğine dikkat çeken Doç. Dr. Ateş, iletişim ve tüketim araçlarının hızla dijitalleşmesinin, teknolojik sürecin kontrol edilmesini güçleştirdiğini ve insanlığı kötünün sıradanlığına paralel olarak dijitalleşmenin sıradanlığı denilen noktaya götürdüğünü dile getirdi. Böylesi bir sıradanlıkta iradenin silikleşmesinin ve fikirsiz eylemlerin artmasının söz konusu olacağını ifadelerine ekleyen Doç. Dr. Ateş şöyle devam etti: “Aslında bakacak olursak; bir tarafta dijital, diğer tarafta ‘maskeli’ ortamlar bireyin düşünsel anlamda sosyalleşmesini kısıtlıyor. Zaten bireyler olarak eskiden beri ‘maske’ takmayı alışkanlık edinmişken dijital sıradanlaşma ile birlikte sağlık açısından takmamızın zorunlu olduğu maskeler, insanlar arası iletişime inanılmaz ket vuruyor. Maskeli bir hayat mümkün müdür, insanoğlu maske ile yaşayabilir mi? Maske, salgından korunmak için kaçınılmaz. Ama maske takma zorunluluğumuz, ‘maskeli bir toplum’ yaşamının uygarlık açısından tehlikelerini bize öğretebilmeli diye düşünüyorum. Salgın bittiğinde, biz maske takmayı bıraktığımızda gerek özel alanımızda gerek kamusal alanda taktığımız maskelerden de kurtulabilecek miyiz? Bu soru önem kazanıyor.”
“Tecrit Günlerinde Felsefe: Kendine Soru Olmayan Hayat Mümkün mü?” başlığıyla düzenlenen Dârülfünûn Dersi, konuşmacıların ifadelerini tamamlamasının ardından, soru cevap kısmıyla sona erdi.
Haber: Tuğçe AYÇİN
İÜ Kurumsal İletişim Koordinatörlüğü
Öne Çıkan Haberler
İstanbul Üniversitesi Dünya Sıralamasında İlk %3,3’ün İçinde
Uzay Çalışmalarındaki Son Gelişmeleri Dr. Korhan Yelkenci Değerlendirdi
Endüstri 4.0 Hayatımızın Normal Akışını Sürdürmede Önemli Rol Oynayacak
Öğretim Üyelerimizin Projelerine TÜBİTAK Desteği
Havelsan Online Kariyer Zirvesi
Rusya İmparatorluğu’nda Osmanlı Algısı