Olimpiyatlara Katılan İlk Türk Kadın Sporculardan: Prof. Dr. Halet Çambel
Arkeoloji dünyasının en önemli isimlerinden İÜ emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Halet Çambel, Suat Aşeni Fetgeri ile birlikte 1936 Berlin Olimpiyatları'nda Türkiye'yi temsil ederek, Olimpiyatlara katılan ilk Türk kadın sporcular olmuştu.
(Yazan: Yrd. Doç. Dr. Özgü Yolcu, “Arkeolojiyi Toplumla Buluşturdu”, İstanbul Üniversitesi Bilim Kültür ve Sanat Dergisi, Sayı: 2, İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü, Yıl: 2010, s: 36-49)
Arkeolojik eserler, onun elinde, sadece müzelerde sergilenen objeler olmaktan çıktı. Gün ışığına çıkarıldıkları yerde restore edilen, korunan, sergilenen ve tüm bunlar yapılırken çevresindeki toplumu bulunduğu noktadan daha yükseğe taşıyan bir araç hâline geldi.
Prof. Dr. Halet Çambel, tüm ömrünü bilim ve topluma hizmet düşüncesiyle geçirmiş, her dakikasını çalışmaya ve üretmeye adamış, arkeolojiye gönül vermiş, sayısız genç yetiştirerek hocaların hocası olmuş bir isim. Prof. Dr. Çambel’in Türkiye’nin birçok bölgesinde yürüttüğü kazı çalışmalarından birisi de Karatepe-Aslantaş. Bilim dünyası Karatepe-Aslantaş’ı Hitit hiyerogliflerinin çözüldüğü yer olarak tanıyor. Karatepe’ye ilk kez İstanbul Üniversitesi’nde asistan olarak görev yaptığı günlerde gelen Prof. Dr. Halet Çambel, neredeyse bütün ömrünü bölgeye adamış. Prof. Dr. Çambel, Karatepe-Aslantaş’ın kaderini değiştiren arkeolojik kazılarda bilim insanı olarak verdiği üstün çabalar yanı sıra toplumun eğitim seviyesinin yükseltilmesi ve gençlerin meslek sahibi olabilmesi için yürüttüğü çalışmalarla da yöre halkının gönlünü kazanmış durumda. Restorasyon çalışmalarını sürdürerek Karatepe’yi önce Milli Park, sonra da Türkiye’nin ilk Açık Hava Müzesi hâline getiren Prof. Dr. Çambel’in şimdiki amacı ise kazı evini de müze yapmak.
Osmaniye’nin Kadirli İlçesi’ne bağlı Karatepe-Aslantaş’ta yer alan kazı evinde görüştüğümüz Prof. Dr. Çambel, bilimsel çalışmaları ve şimdiye kadar yürüttüğü eğitim faaliyetlerinin yanı sıra eskrim dalında katıldığı 1936 Berlin Olimpiyatları ile ilgili sorularımıza da yanıt verdi.
Arkeolog olmayı neden istemiştiniz?
Arnavutköy Kız Koleji’nde okurken önce fiziğe merak sardım fakat yeni gelen fizik hocası zayıftı. Sonra bir sanat tarihi hocası geldi. O her hafta öğrencileri İstanbul’daki tarihi yerlere götürüp gezdirirdi. O hocanın etkisiyle bu alana merak duydum. Sonuçta 1935 yılında Fransa’daki Sorbonne Üniversitesi’ne Arkeoloji okumak için gittim.
Türkiye’nin olimpiyatlara katılan ilk iki kadın sporcusundan biri olarak 1936 Berlin Olimpiyatları’na da katılmıştınız. Bize o günleri anlatır mısınız?
Arnavutköy Kız Koleji’nde öğrencilerin katılabileceği folklor, tiyatro gibi etkinlikler vardı. Bunlardan bir tanesi de eskrimdi. Ben de eskrim eğitimlerine katılmıştım. Hocamız beni Beşiktaş Eskrim Kulübü’ne aldı, orada yetiştirdi. Fransa’ya gittikten sonra, bir tatilde İstanbul’a gelme hazırlıkları yapıyordum. Dediler ki “Gelme, Budapeşte’ye git, olimpiyatlara gidiyoruz.” Budapeşte’ye gittim. Burada bir hazırlık döneminin sonunda Berlin’e gidip olimpiyatlarda müsabakalara çıktık. Türkiye’den gelen iki kadın sporcu vardı. Birisi ben, diğeri Güreş Federasyonu Başkanı Ahmet Fetgeri’nin kızı Suat Aşeni Fetgeri idi. Sonradan duyduk ki Olimpiyatlara kızların da katılmasını Atatürk istemiş.
Siz hiç Atatürk’ü gördünüz mü?
Evet. Ortaokul, lise yıllarıydı… Biz Arnavutköy’de oturuyorduk. Burası Rum balıkçı köyüdür. Orada akıntı burnu vardır. Atatürk’ün bir motoru vardı. Bazen gelir akıntı burnunu geçerdi. Biz onun geldiğini duyunca, “Ya ya ya, şa şa şa, Gazi Paşa çok yaşa..” diye tezahüratta bulunurduk. Lise yıllarında, bir defasında babamla birlikte Atatürk ile aynı sofrada bulunmuştum. Bambaşka güzellikte bir insandı. Son derece yakışıklı, keskin gözlü… Hareketleri bir kaplan gibi yumuşaktı. Atatürk’ün Türkiye’de arkeolojinin gelişmesine de çok büyük katkıları oldu. Ahlatlıbel kazılarına gitti. Tarihe çok meraklıydı.
Tüm dünyada arkeolojik eserlerin yerlerinden sökülüp müzelere götürülmesi ve yapay bir ortamda sergilenmesi düşüncesi hâkimken, Karatepe’de Türkiye’nin ilk açık hava müzesini kurmak nereden aklınıza geldi?
Tabii bu zaman içerisinde oluşan bir olay. Buraya geldiğimiz vakit burası orman içi bir dağ başıydı. Yolu yoktu, bir patika vardı. İlk gelişimizde gördüğümüz: devrilip yere yatmış üzeri yazılı bir heykel, arkaya devrilmiş bir boğa kaidesi ve etrafta üzerinde yazıların bulunduğu kırık parçalardı. Hitit hiyerogliflerinin ve Fenike yazısının bir arada bulunması bir ilkti. Eğer yazılar aynı döneme aitse bu çift dilli bir metin olabilirdi ve eğer bu doğruysa Fenike yazısı bilindiği için Hitit hiyerogliflerinin de nihai çözümü mümkün olabilirdi. Prof. Dr. Bossert ve Doç. Dr. U. Bahadır Alkım başkanlığında kazılara başladık. Sonra eserler çıktı ortaya. Sonuçta Prof. Dr. Bossert ile mesai arkadaşı Franz Xavier Steinherr’in, yazıtların gerçekten çift dilli bir metin olduklarını kanıtlaması tüm dünyada büyük yankı uyandırdı. Bu durumu, Şampolyon’un Rosetta taşını okuyarak Mısır hiyerogliflerinin anlamını çözmesine benzetenler oldu ki gerçekten de Anadolu çapında benzer bir olaydır. 1951 yılında Prof. Dr. Bossert dedi ki “Çalışmalarımızı tamamladık, buradan gidiyoruz.” Ancak burayı biz açmışız, sorumluluğumuz var, koruma altına almamız lazım... Dedim ki “Ben yokum!” Böylece kırılıp sayısız parçaya ayrılmış olan eserlerin birleştirilmesine başladık. Tüm parçaların fotoğrafını çektik. Ancak o dönemde müzelerde restorasyon kavramı yoktu. İtalya’ya gittiğimde İtalyan Restorasyon Enstitüsü Müdürü ile iletişime geçtim. O önce parçaları buraya gönderin dedi fakat sonra ikna oldu ve bir restoratör gönderdi. Ancak binlerce parça var ve ne aradığınızı tam olarak bilmiyorsunuz. Tüm parçaları hafızaya almak gerekiyor. Hatta bazen uykudan uyanarak parçaları birleştirdiğim olurdu. Sonuçta uzun yıllar boyunca kırık parçaları birleştire birleştire, bu açık hava müzesini meydana getirdik.
Burayı açık hava müzesi hâline getirirken bir yandan da çocuklar için yaz okulları organize ettiniz. Delikanlılar için marangozluk ve demircilik, kadınlar için kilim dokumacılığı gibi mesleki eğitim programları düzenleyerek yöre insanına destek oldunuz. Bölgede okulların yapılabilmesi için bütün gücünüzle çalıştınız. Bu çalışmalarınızdan da bahseder misiniz?
Tarihi eserlere sahip çıkılması eğitimle mümkün. Komşulara “Çocuklar sizden, defter kalem bizden. Çocukları gönderin, saat beşten sonra okutalım.” dedik. Çocuklar sabah beşte geldiler. Irmağa gitmemeleri için aşçımızı başlarına koyduk. Mutfağın yanına sıralar kurduk, işten sonra derse giriliyordu. Burada ayrıca geleneksel olarak kilim dokumacılığı yapılıyordu ancak doğal değil kimyasal boya kullanılıyordu. Bunlar da akıyordu. Biz dedik ki doğal boya kullanırsanız daha iyi olur. İlk dokunan kilimi biraz yüksek fiyatla biz satın aldık. Bu sefer herkes heveslendi ve doğal boyaları kullanmaya başladı. Hatta bir genç kız, bu dalda Türkiye birinciliği kazandı. Daha sonra Mehmet Can diye bir kaymakam geldi ve hep birlikte bir okul seferberliğine başladık. Buraya ilk geldiğimiz yıllarda köyde doktor yoktu. Burada bir ilk yardım istasyonu kurduk. Bir arkadaş Eczacılar Birliği’nin Genel Sekreteriydi. Evvela ilaç gönderdi. Burada her türlü yara-bereye, yanığa, basit hastalıklara elimizden geldiğince yardımcı olduk. Her gün 5- 6 hasta gelirdi.
Bu günlerde ne üzerinde çalışıyorsunuz?
Şu an kazıları sonlandırdık. Bu kazı evi Turgut Cansever’in projesi. Şimdi burayı Kültür Bakanlığı ile birlikte bir kazı evi müzesi şekline getirmek için çalışıyoruz. Bir yandan da yayın çalışmalarını sürdürüyorum.
She has brought archeology and society together
Thanks to her, archeological artifacts are no longer just objects exhibited in museums. They are now restored, preserved and exhibited where they are recovered, and they have become means to elevate the society surrounding them.
OLİMPİYATLARA KATILAN İLK TÜRK KADINI
Halet Çambel, Babası Hasan Cemil Bey Berlin Büyükelçiliği’nde Askeri Ataşe iken Irak cephesinde fırka kumandanlığı yaptığı 1916 yılında Berlin’de doğdu. 1935-39 arasında Fransa’daki Sorbonne Üniversitesi’de Arkeoloji Bölümü’nde eğitim aldı. Halet Çambel, Suat Aşeni Fetgeri ile birlikte 1936 Berlin Olimpiyatları’nda eskrim dalında Türkiye’yi temsil etti. İstanbul Üniversitesi’nde 1940 yılında asistan, 1944 yılında doktor, 1960 yılında profesör oldu. Prehistorya Kürsüsü’nün kurucusu olan Prof. Dr. Çambel, 1984 yılında emekliye ayrıldı. Prof.Dr.Çambel, halen Karatepe-Aslantaş Kazılarının Başkanı olarak görevine devam etmektedir.
KARATEPE’NIN KEŞFEDILDIĞIGÜN
1945 sonbaharında, başında Prof. Dr. Helmuth Theodor Bossert’in bulunduğu İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Eski Önasya Kültürleri Araştırma Enstitüsü’nden bir ekip, Hititler üzerine araştırma yaparken Kadirli yakınlarında bulunan dağlık-ormanlık bir alanda Hitit’lerden kalmış olabilecek bir arslan heykelinin bulunduğu haberini alır. Ancak yol koşulları ve mevsim şartları elverişli olmadığı için 1946 yılının Şubat ayında yola çıkılabilir. Yolculuğun, Kadirli İlçesi’nden Karatepe’ye kadar olan bölümü at sırtında gerçekleştirilir. Prof. Dr. Bossert ve Asistanı Dr. Halet Çambel, Adana Müzesi Müdürü Naci Kum ile birlikte Karatepe’ye çıktıklarında dağınık halde yazı, kabartma, heykel ve kale duvarı kalıntıları ile karşılaşırlar. Yaptıkları çalışmalarla buranın son Hitit dönemine (MÖ 700) ait bir sınır kalesi olduğunu ortaya koyarlar. Bu çalışmalar sonucu Karatepe-Aslantaş Kalesi bilim dünyasına kazandırılır.
“BENDEN SELAM OLSUN HALET BACI’YA”
Kazı çalışmalarında görev alan işçiler, bölgedeki köylerde yaşayan kişilerden oluşuyordu. Kazı yerinde kurulan çadırlarda konaklayan işçiler, akşamları kamp ateşinin karşısında neşeli şarkılar ve yanık halk türküleri ile kendi yazdıkları destan ve türküleri okuyordu. Yöre halkının kazıları ne kadar önemsediğini de gösteren metinlerde, Prof. Dr. Halet Çambel’in adı “Halet Bacı” olarak geçiyor. (Kaynak: “Karatepe Kazıları Birinci Ön Rapor” (1950) Prof. Dr. Bossert)
Arslantaş Destanı
Her yerden insan gelecek,
Herkes burada eğlenecek,
Artık ismi söylenecek,
Her zamanda Arslantaş’ın.
Halet Abla isim yazar,
Hürmüz gelir gezer,
Amele yeniden kazar,
Kepmiş* iken Arslantaş.
Yazan: Kemal Coşkun
Arslantaş Türküsü
Arslantaş’ın etirafı duvar,
Halet Bacı hoturafı** sayar,
Yazısına dünya alem doyar,
Okunacak Arslantaş’ın yazısı.
Benden selam olsun Halet bacı’ya,
Yaz gelince erden başlanmalıdır,
Kürek şakırtısından, kazma sesinden,
Dağlar seda verip seslenmelidir.
Yazan: Mehmet Kıstı
TÜRKİYE’NİN İLK AÇIK HAVA MÜZESİ
Karatepe – Aslantaş
1946 yılında İstanbul Üniversitesi öğretim üyeleri tarafından dünya bilim literatürüne kazandırılan ve arkeoloji dünyasının Hitit hiyerogliflerinin çözüldüğü yer olarak tanıdığı Karatepe-Aslantaş Kalesi, Son Hitit dönemine (MÖ 700) ait sınır kalesidir.
Kalenin biri kuzeydoğuda diğeri güneydoğuda yer alan iki anıtsal kapısı vardır. Kapı binalarının iç yüzü heykeller, kabartmalar, yazıt ve kaidelerle kaplıdır. Tasvirlerde insan ve hayvan figürleri, ilahi veya mitolojik varlıklar, ayinlerle ilgili oldukları düşünülen sahneler ve gündelik hayat betimlenmiştir. Her iki kapı binasında Asativatas’ın aynı anlamdaki metni karşılıklı olarak hem Fenike hem de Luvi dilinde yazılmıştır.
Hititlerin başkenti Hattuşaş MÖ 1200’lerde tahribata uğradıktan sonra, bir dizi kent devleti ortaya çıktı. Bunlar daha sonra Asurluların değişik seferleri sırasında zapt edilip yağmalandılar. Ancak 1946’da bulunan Asativatas hükümranlığındaki tarihi Asativataya, bunların en sonuncusu idi. Bu dönemde Asativatas, Adanava (Hiyeroglif Luvice) ovası halkının hükümdarı idi. Halkını bolluk, huzur, barış içinde yaşatmakla ve bütün krallarla barış kurmakla övünmektir.
Nail Çakırhan’ın İlk İnşaatı
Toprak üstüne çıkan eserlerin, doğal etkilerle yıpranmaya başlaması nedeniyle üzerlerinin kapatılması gerektiğine karar verilir. Ancak Karatepe’de yol ve su olmaması inşaat yapmayı neredeyse imkansız hale getirmektedir. Projeyi kimse yapmak istemeyince işi Prof. Dr. Halet Çambel’in eşi olan Şair ve Gazeteci Nail Çakırhan üstlenmek zorunda kalır. Ancak Nail Çakırhan, o güne kadar hiç inşaat yapmamıştır. Sonuçta Çakırhan, taşıma suyu getirterek Türkiye’nin ilk “geniş saçaklı çıplak beton uygulaması” olan inşaatını tamamlar. Bu inşaat, sonraki yıllarda Ağa Han ödüllünü alan Nail Çakırhan’ın ilk inşaat çalışması olma özelliğini de taşıyor.
ÖĞRENCİSİNİN GÖZÜYLE Prof. Dr. Halet Çambel
Prehistorya Bölümü’nün Eski Başkanı Prof. Dr. Mehmet Özdoğan, hocası Prof. Dr. Çambel’i anlattı.
Bugün Türk arkeolojisinin dünyada saygın bir yere ulaşmış olmasında Halet Hoca’nın çok büyük katkısı vardır. Halet Çambel, Anadolu’nun toprak altındaki kültür varlıklarını ortaya çıkarmak için Hashöyük (Kırşehir); Afyon - Eskişehir Bölgesi; Karatepe ile çevresinde yer alan Domuztepe ve Kumkale (Adana); Çayönü, Girikihaciyan (Diyarbakır); Biris Mezarlığı, Söğüt Tarlası (Urfa); Fikirtepe (İstanbul) gibi birçok yerde kazı çalışmaları yapmış ya da bu çalışmaları yönlendirmiştir. Ancak bunlar buz dağının sadece görünen kısmıdır. Bunların dışında Halet Hanım’ın, Türkiye’deki akademik yaşama, Türkiye’nin düşünce sistemine ve bunların yanı sıra, nitelikli ve çağı anlayan insan yetiştirme konusunda Türkiye’ye çok büyük katkıları olmuştur.
1960’larda ülkemizde olduğu kadar, dünyada da “kültür varlıklarının korunması” ile “çağdaş yaşamın gereklerinin yerine getirilmesi”nin, birbirlerinin uzlaşmaz karşıtları olduğu görüşü hakimdi. Kültür varlıklarının varlığını sürdürmesi açısından önemli bir sorun oluşturan bayındırlık projelerinin doğru bir planlamayla gerçekleştirilmesi hâlinde bunların birbirini tamamlayıp zenginleştirebileceği fikri, dünyada yeni yeni oluşmakta iken, Çambel Hoca bir öncü olarak bunun ilk başarılı uygulamalarını ülkemizde daha 1964 yılında başlattığı Çukurova Bölge Planlama çalışması ile gerçekleştirmiştir.
Çukurova için geliştirdiği planlı çalışma modelinin, tüm baraj bölgelerinde uygulanması gerektiğini savunmuş ve bu doğrultuda 1967 yılında Fırat üzerinde yapılacak Keban Barajı vesilesiyle harekete geçmiştir. Bu tür bir anlayışın altyapısı bulunmadığı için, dönemin ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Kemal Kurdaş’ı ikna ederek, farklı kurumların bir araya gelmesiyle konsilyum şeklinde çalışan Keban Projesi’nin kurulmasını sağlamıştır.
Bu sayede 1968–1975 yılları arasında yapılan çalışmalarla Keban Barajı kültür varlıklarına en az zarar verecek biçimde yapılabilmiş ve bunun ötesinde o yıllara kadar hemen hemen hiç araştırılmamış olan Fırat Havzası’ndan yoğun bir bilgi akışı elde edilmiştir. Halet Çambel’in bu çabasıyla Keban Baraj Alanı’nda 23 kazı ve 4 alan belgelemesi yapılmış, 3 anıt baraj bölgesi dışına taşınmış, daha da önemlisi tüm çalışmalar düzenli olarak yayına dönüştürülmüştür. Bu çalışma, büyük bir yatırımı kültür varlıklarına rağmen değil, kültür varlıklarını da kazanarak yapmanın dünyadaki kurumsallaşmış ilk örneğini de oluşturmaktadır. Keban Barajı Projesi, dünyada hâlen bu tip çalışmalar arasındaki ilk ve en başarılı uygulama olarak gösterilir.
Karatepe’nin bulunduğu 1950’li yıllarda, kültür varlıklarının yerinde korunması ve toplumla bütünleştirilmesi, henüz gündeme gelmemiş olan konulardı; arkeologlar kazıyı yapar, bilgiyi üretir, müzelere taşınabilen eserler taşınır, gerisi doğada kendi kaderine bırakılırdı. Halet Hanım Karatepe’yi devraldıktan sonra oradaki eserlerin kendi yerlerinde, bir açık hava müzesi içinde korunması gerektiğine inandı. O dönemde bu uygulama dünyada bile çok enderdi. Halet Çambel’in yapmış olduğu ilk doğru saptama, o bölgede yaşayanlar tarafından benimsenmediği takdirde dağ başındaki bir ören yerinin korunamayacağıydı. Bu nedenle Halet Hanım 1950 yılından 60’lı yıllara kadar Karatepe civarındaki köylerde yaşayanları eğitmek, onları ekonomik bakımdan zenginleştirmek ve ören yerinden onların da mutlu olmasını sağlayacak bir sistemi geliştirmek için çalıştı. Toplumla birlikte kültür varlıklarının korunması fikrini yıllar önce bizzat uygulamaya geçirdi ve Türkiye’nin ilk açık hava müzesini kurdu.
Arkeolojinin başka bilim dallarıyla beraber çalışması gerektiğini, Türkiye’de ilk söyleyen Halet Hanım’dır. 1963 yılında Türkiye’de ilk defa Çayönü’nde zoologlar, botanikçiler, coğrafyacılar, kimyacılar, fizikçiler ve jeologların yer aldığı bir kazı ekibi kurdu. Türkiye’de ilk defa geçmişe çok yönlü bakmak gerektiği fikrini getirdi. Arkeolojinin diğer bilim dallarıyla ortak çalışması anlamına gelen “Arkeometri”nin ilk kez TÜBİTAK bünyesinde kurulmasına ve daha sonra bölüm olarak ODTÜ’ye aktarılmasına önayak oldu.
Türkiye’nin akademik yaşamına yaptığı en önemli katkılardan biri İstanbul Üniversitesi bünyesinde geliştirdiği Prehistorya Kürsüsü’dür. Halet Hanım Prehistorya Kürsüsü’nü, arkeolojiyi bir zaman laboratuvarı gibi gören, kuramla uygulamanın bütünleştiği, bilginin ülkenin ve tüm insanlığın düşünsel-sosyal zenginliğine kazandırılacak şekle dönüşmesine katkıda bulunması esasına dayanan bir kurum olarak kurmuş ve bizlere bırakmıştır. Halet Hanım tuttuğunu koparan birisidir. Engelleri aşmanın daima bir yolunu bulur. Onun için işin yapılması önemlidir. İşini Türkiye’ye ve insanlığa karşı bir sorumluluk olarak görür ve mutlaka ne olursa olsun yapılması gerektiğine inanır. Bir işin olması için ne yapmak lazım? Bunu belirler, çalışmanın altyapısını en ince ayrıntısına kadar hazırlar, çalışır ve işi mutlaka tamamlar.
[nggallery id=285]
Öne Çıkan Haberler
İÜ Veteriner Fakültesi Yurt Dışından Gelen Öğrencilere Eğitim Vermeye Devam Ediyor
İstanbul Üniversitesi Memur Adayları Yemin Töreniyle Asaletliklerini Tasdiklediler
Jiao Tong Üniversitesi, Dünyanın En İyi 500 Üniversitesi (ARWU) 2012 Listesini Bugün Açıkladı.
Orman Fakülteleri Öğrenci Birliği Sempozyumu İstanbul Üniversitesi’nde Yapıldı
Şarköy Depremi 100. Yıl Etkinliği
Prof. Dr. Ahmet Cevat ACAR Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) başkanı oldu