İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nin dijital platformlarda düzenlediği Darülfünun Derslerinin yirmi sekizincisi gerçekleşti. “Bulgaristan'daki Osmanlı Mirasının Günümüzdeki Durumu” başlığı altında İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk İslam Sanatı Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi, Doç. Dr. Gülberk Bilecik, Bulgaristan'ın fethi, imar çalışmaları, inşa edilen eserler, bölgenin elimizden çıkmasının Osmanlı eserlerine yansıması ve günümüzde Osmanlı eserlerin durumu hakkında bilgiler aktardı.
“Çimpe Kalesi Osmanlı’nın Balkanlarda Ayak Bastığı İlk Topraktır”
İlk olarak Bulgaristan’ın ve Balkan topraklarının fethi üzerine bilgi vermek ile başlayan Doç. Dr. Gülberk Bilecik şunları dedi: “Orhangazi Dönemi Balkan topraklarına geçiş için çok önemli bir dönemdir. Bu dönemde Çanakkale ve Biga tarafında bulunan Karasibeyliği Osmanlı topraklarına katılmıştır. Karasibeyliği deniz kenarına yerleşmiş olan bir beyliktir. Dolayısıyla çok güçlü bir donanması vardır. Balkan topraklarına açılma konusunda bu beyliğin Osmanlı’ya katılması bu noktada oldukça önemlidir. Bizans imparatorluğu hem Anadolu hem de Balkan toprakları tarafından sıkışmış bir görünüme sahiptir. Sırplardan ve Bulgarlardan gelen baskılar vardı. Kantakuzen bu nedenle Osmanlı’dan yardım istedi ve bu yardım karşılığında Çimpe Kalesi’ni vereceğini söyledi. Orhangazi, oğlu Süleyman Paşa’yı bu konuda görevlendirdi ve Bizans İmparatorluğu Sırp ve Bulgarların baskısından kurtuldu. Çimpe Kalesi Osmanlı’nın Balkanlarda ayak bastığı ilk topraktır. Keşan, Malkara, Tekirdağ hızlı bir şekilde fethediliyor en son Edirne’nin fethi ile Balkan topraklarına girildi. Edirne’nin fethinden sonra Filibe taraflarına geçiliyor ve Filibe Bulgaristan’ın en önemli şehirlerinden biridir. Dolayısıyla Bulgaristan topraklarıyla da bu tarihte tanışılmış oldu” dedi.
1393 yılında Yıldırım Bayezıd’ın oğlu Süleyman Çelebi kumandasındaki Osmanlı kuvvetlerinin Bulgar Krallığına son vermesiyle Bulgaristan topraklarının Osmanlı topraklarına katıldığını belirten Doç. Dr. Bilecik, konuşmasına devam etti:”. Osmanlı’nın Anadolu’daki topraklarında ne gibi yapılar varsa Balkanlar’da da aynı faaliyetleri gerçekleştirmiştir. Aynı zamanda Anadolu’dan Müslüman Türk nüfusu getirtilip yerleştirmiştir. Böylelikle Bulgaristan’da hızlı bir şekilde iskân ve imar faaliyeti başlamıştır. Bulgaristan topraklarında dostça yaşamak 19. yy.’a kadar sürmüştür. 19.yy da Rusya “Panslavizm ve Akdeniz’e inebilme” idealleriyle ortaya çıkmıştır. Bu amaçlarını gerçekleştirebilmek için Bulgarlarla etkileşim içine girmiştir. Bulgarlar hem soy hem de dil bakımından Ruslara yakınlardır. Bu çerçevede milliyetçi hareketler ve çete örgütleri ortaya çıkmıştır. Çete faaliyetlerini sürdürecek olan insanlar özel olarak yetiştirilmeye başlanıp halkın arasına sızdırılmıştır. 1835-1876 yılları arasında böylelikle Osmanlı iradesine karşı isyanlar başlatılmıştır. 1876’daki ayaklanmayı Osmanlı Devleti bastıramamıştır. Neticede 1876 İstanbul Konferansı ile temelleri atılan Bulgar Devleti, 1878 yılında Berlin Antlaşmasıyla bağımsız bir devlet olmaktadır” dedi.
“Araştırmada Çalışma Yöntemi Belirlemek Çok Önemlidir”
Doç. Dr. Gülberk Bilecik’in de içinde yer aldığı geniş çalışma ekibinde Bulgaristan’ı üç bölgeye ayrılarak incelendiklerini belirten Doç. Dr. Bilecik: “İlk incelediğimiz bölge 2012 yılında Bulgaristan’ın orta bölgeleridir ve Müslüman ağırlıklı bir bölgedir. Toplam 19 şehir ve yakın çevresinde 70 Osmanlı eseriyle karşılaşılmıştır. İkinci incelenen merkez ise 2016 yılında daha çok Batı tarafındaydı ve Bulgar nüfusunun fazla olduğu bir bölgeydi. Toplam 21 şehir ve yakın çevresinde 63 Osmanlı eseriyle karşılaşıldı. Projemizin bitiş gezisi ise 2018 yılında ve daha çok Kuzey ile Doğu kesimine yönelikti. Toplam 17 şehir ve yakın çevresine gidildi ve 53 tane Osmanlı eseriyle karşılaşıldı. Böyle bir araştırmada çalışma yöntemi belirlemek çok önemlidir. Belirlenen yapılarla ilgili detaylı kaynak araştırması yapıldı. Her bir yapı yerinde incelenerek ayrıntılı olarak fotoğrafları çekilmiştir. Daha sonra yapılar bulunabilen eski resimleri ve planlarıyla karşılaştırılmış ve tespit edilen eksikler belirlenmiştir. Yapılar süsleme programları bakımından ayrıntılı bir şekilde incelenmiştir ve en son olarak pek çok eserin mimari çizimleri yapılmak üzere detaylı ölçüleri alınmıştır. Neticede bu üç bölgenin araştırılma sonucunda toplamda 57 şehre gidildi. Günümüzde ayakta kalan 161 esere ulaştık. 161 eseri dini mimari (camiler, türbeler…), askeri mimari (Kale, kule, kışla…) , sivil mimari ( hanlar, hamamlar, çeşmeler…) altında inceledik” dedi.
“Bulgaristan’ın Elimizden Çıkmasıyla Rusya’nın da Büyük Desteğiyle Bölgede İzlerimiz Silinmeye Çalışıldı”
Ekrem Hakkı Ayverdi’nin kitabıyla kendi çalışmaları neticesinde çıkartılan kitap arasında rakam olarak oldukça fazla farkın olduğunu belirten ve bunu görseller ile sayısal değerlerle destekleyen Doç. Dr. Bilecik konuşmasına şunları ekledi: “Ekrem Hakkı Ayverdi’nin kitabında 3000 eser söz konusuyken biz 161 eserle karşılaştık. Burada son derece çok yıkımın olduğu görüyoruz. Bunun nedeni ise Bulgaristan’ın elimizden çıkmasıyla Rusya’nın da büyük desteğiyle bölgede izlerimiz silinmeye çalışıldı.
Bir kısım camilerin görüntüleri harabe içerisinde ve tamirat görüntüsü halindedir. Bir kısım camiler kiliseye çevrilmiştir ya da müze şeklinde kullanıma açılmıştır. Kabristanlarda ciddi bir öneme sahip. Çünkü Osmanlı kimliğinin vurgulayıcı sembolüdür. Bu kabristanlar halk sağlığına zarar veriyor ya da bulundukları alanların çok büyük olduğu bahanesiyle ilk ortadan kaldırılan yapılar arasında yer almaktadır. Tekkeler ve Türbeler ise fetihlere katılan dervişler ve tarikatlar tarafından kuruluyor. Genelde şehir dışları tercih edilmiştir. Çevredeki Hristiyan halka yardımlar ve hoşgörüyle yaklaşım insanları birbirine yakınlaştırıyordu. Bu yapılara da günümüzde çok rastlamak zordur çünkü ortadan kaldırılmıştır. Hanlar ve kervansaraylar çok fazla değildi. Hanlar gece kulübüne dönüştürülmüştür. Kervansaraylardan da sadece iki tane kalıntıya rastlayabildik. Hamamların bir kısmı kendi haline bırakılmış ya da sanat alanı olarak kullanıma bırakılmıştır. Suyla ilgili yapılar Balkanlar’da ve Bulgaristan’da çok fazladır. Bunun sebebi de bulunduğu bölgeyle alakalı. Yine ancak bir kısmı yok edilmiştir. Köprülerinde bir kısmı kullanıma açıkken bir kısmında altındaki su kaynağı kurumuş vaziyettedir. Kaleler ve kışlalar günümüzde açık hava müzesi olarak kullanılıyor. Saat kuleleri çok yoğun olarak halkın toplanma alanları olarak gösteriliyor. Son olarak, evler ve konaklar ayrı bir çalışma grubu. Özellikle Filibe’de bu evler çok fazla vardır. Görüntüsüyle, dokusuyla tamamen Osmanlı kimliğine aittir. Ancak günümüzde Bulgar evleri olarak kullanılmaktadır ve Bulgaristan sivil mimarisi olarak tanıtılmaktadır” dedi.
“Proje, Eserlerin Yok Olması, Fonksiyonlarının Değiştirilmesi Durumunda Doğru Birer Belge Niteliği Taşımaktadır”
Proje bitiminde çok faydalı bilgilere ulaştıklarını belirten Doç. Dr. Bilecik son olarak: “Yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan birçok Osmanlı eseri belirlenmiş ve detaylı bir şekilde geçirilmiştir. Eserler bulundukları şehir ve köylere göre tasnif edilmiş ve tablo oluşturulmuştur. Ayverdi’den yaklaşık kırk sene sonra bölgedeki Osmanlı eserleri 2012-2018 yılları arasındaki durumlarını göstermesi bakımından oldukça mühimdir. Proje, eserlerin yok olması, fonksiyonlarının değiştirilmesi durumunda doğru birer belge niteliği taşımaktadır” dedi.
Çalışmanın bitmediğini ve devamının mutlaka geleceğini söyleyen Doç. Dr. Bilecik ekibine teşekkürlerini ilettikten sonra program, dinleyicilerin sorularının cevaplanmasıyla sona erdi.
Haber: Gizem AYGÖR
İÜ Kurumsal İletişim Koordinatörlüğü